5 Kasım 2016 Cumartesi

AYASOFYA VAKFİYESİ


Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivlerinde bulunan, ceylan derisi üzerine yazılı, 65 metre uzunluğundaki, 1462 tarihli vakfiye, yılın belirli zamanlarında açılarak restore ediliyor.
Arşiv Dairesi Başkanı Zeynel Abidin Türkoğlu, yaptığı açıklamada, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü arşivlerindeki Osmanlı dönemine ait birçok vakfiyenin özenle saklandığını söyled belirtti.Bu eserlerden en önemlisinin, Fatih Sultan Mehmet'in Ayasofya Camisi'nin Arapça Vakfiyesi olduğunu bildiren Türkoğlu, "Vakfiye, 'Ayasofya Vakfiyesi' diye adlandırılır. Özü itibarıyla Fatih Sultan Mehmet Han'ın kendi vakıflarının vakfiyesidir. 65 metre uzunluğundaki, kimi kısımları ceylan derisi olan bu vakfiyede 12 caminin, bunlar arasında Ayasofya, Fatih, Zeyrek gibi camiler var, şifahanelerin, imarethanelerin, hastanelerin bütün gelir giderlerinin kayıtları var." dedi.
Osmanlı döneminde vakfiyenin yılda bir kez düzenlenen törenle açılıp herkesin huzurunda okunduğunu, vakfiyede yer alan şartların uygulanıp uygulanmadığının kontrol edildiğini belirten Türkoğlu, "Yapılanlar değerlendiriliyor, eğer şartlar yerine getirilmemişse tamamlanması için uyarı veriliyor, yine yapılmamışsa ceza sistemi uygulanıyordu. Vakfiyenin sonunda 'Eğer bu vakfiyeye uygun hareket edilmezse Allah'ın, peygamberlerin, meleklerin laneti üzerine olsun' şeklinde meşhur bir bedduası vardı." ifadelerini kullandı.
Vakfiyenin Genel Müdürlüğe ait müzede sergilendiğini vurgulayan Türkoğlu, "Vakfiyenin dışı atlas ipektir, dışındaki kağıt ve deri ona yapıştırılmıştır. Kimi kısımları kağıt, kimi kısımları ceylan derisi üzerine Arapça olarak yazılmıştır. Türünün tek örneğidir. Ayasofya Vakfiyesi'nin 4 örneği var ama bu şekilde ve en eski olanı budur, 1462 tarihlidir." bilgisini verdi.
"Kontrolleri uzman kişilerce yapılıyor"
Türkoğlu, vakfiyenin özel bir odada, alanında uzman personel tarafından kontrol edilerek korunduğunu bildirdi.
Gerekli olduğu takdirde belgenin restorasyonunu da yaptıklarını kaydeden Türkoğlu, "Belgemize zarar vermemek için elimizden geleni yapmaktayız. Şimdi sergi salonunda sergiliyoruz. Sergilemeye devam edeceğiz. Yakın tarihte Ayasofya Camisi'ne yakın olan İstanbul'daki sergi salonumuzda da sergilenecek." diye konuştu.

19 Ekim 2016 Çarşamba

15 TEMMUZ 2016 HAİN DARBE GİRİŞİMİ

Türkiye askerî darbe girişimi ya da darbecilerin verdiği adıyla Yurtta Sulh Konseyi, 15-16 Temmuz 2016 tarihleri arasında Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan bir grup asker tarafından gerçekleştirilen askerî darbe teşebbüsü olmuş çok şükürki milletimizin darbeye olağanüstü karşı çıkmasıyla birlikte başarısız olmuştur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin resmî internet sitesi ve TRT'de yayınlanan bildiride ordunun yönetime el koyduğu ifade edilerek ülkede sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edildiği açıklandı. İstanbul'daki Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün jandarma tarafından kapatılması ile başlayan süreçte, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman ve yaklaşık 50 kadar milletvekilinin mecliste bulunduğu sırada F-16 savaş uçakları meclis üzerinde uçuş yaparak parlamentoyu dört kez bombaladı. Ankara'nın Beştepe de bulunan Cumhurbaşkanlığı Sarayı'na bombalama girişiminde bulunulsa da başarılı olunamadı, Muğla'nın Marmaris ilçesinde bir otelde bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a karşı suikast girişiminde bulunuldu. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak, Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal ve Jandarma Genel Komutanı Galip Mendi darbeyi gerçekleştiren askerler tarafından rehin alındı. Gelişmeler üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, CNN Türk'te FaceTime isimli program aracılığı ile gerçekleştirdiği bağlantıda darbecilere hiçbir şekilde imkan tanınmayacağını ifade ederek halkı darbeye tepki göstermek için meydanlara ve havalimanlarına çıkmaya davet etti. Çağrının ardından, Türkiye'nin birçok ilinde darbe karşıtı protesto gösterileri düzenlendi. 16 Temmuz sabahı, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü personelinin gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda darbe girişimi bastırıldı ve askerler silahları ile birlikte teslim oldu. Olaylar sonucunda 104'ü darbe yanlısı asker olmak üzere 300'den fazla kişi hayatını kaybetti, 1491 kişi yaralandı, farklı rütbelerden 8036 asker gözaltına alındı. Yargı ve sivil siyaset mensupları dahil olmak üzere toplam gözaltı sayısı 22 Temmuz tarihi ile birlikte 10 bini buldu. Bunun yanı sıra askerî, idari ve adli kurumlarda birçok kişi görevden alındı. FETÖ terör örgütünün askerî darbe girişiminin ardından İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı ve Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Türk Ceza Kanununun anayasal düzene karşı suçlar kapsamında yer alan ‘cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs’, ‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye teşebbüs’, ‘halkı, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetine karşı silahlı isyana tahrik’ ve ‘cumhurbaşkanına suikast’ suçlarından soruşturma başlatıldı. 21 Temmuz'da Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından anayasanın 120. maddesi gereğince üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edildi. Darbe girişimi, Türkiye siyasi tarihinde 12 Eylül 1980 askerî darbesinden 36 yıl sonra gerçekleştirilen ilk askerî darbe teşebbüsü olarak kayıtlara geçmiş oldu

27 Kasım 2010 Cumartesi

KADINLARLA TOKALAŞMA

Kadınlar İle Tokalaşmanın Haramlığını Bildiren Hadislere Semantik Bir Analiz

1.

Giriş:
Modern zamanlara mahsus bir problem olan mahrem/yabancı kadınlar ile tokalaşma, toplumumuzda zaman zaman tartışılan bir konudur. Bu çalışmamızda; yaşadığımız çağın sosyal şartlarının, kadın erkek ilişkilerini farklı boyutlara taşımasıyla daha belirgin hale gelen tokalaşma probleminin dini kaynağı/delili olarak gösterilen rivayetlere semantik bir tahlil yapmaya ve metin tenkidinde bulunmaya çalışacağız. Çalışmamızın amacı, kadınlar ile tokalaşmanın “haram” olup, olmadığını tespit değildir. Amacımız, söz konusu rivayetlerden hareketle verilen “mahrem/yabancı kadınlar ile tokalaşma haramdır” hükmünün ne derece isabetli olduğunu, bu hükme delil sayılan rivayetlerin (böyle bir hükmün çıkarılması için) yeterli olup olmadığını ve doğru anlaşılıp anlaşılmadığını semantik açıdan analiz yapmaktır. [1]

Tokalaşmanın Haramlığına Delil Sayılan Rivayetler Bu konuda varit olan rivayetlerin çoğu Âişe’den nakledilmiştir. Rivayetler ise kadınların Rasûlullah’a biatleri ile ilgilidir. Kadın sahâbîlerin Hz peygamber’e biat etmeleri; Medîne’ye hicretten, Hudeybiye antlaşması sırasında ve Mekke’nin fethinden sonra olmak üzere birkaç defa olmuştur. Rasûlullah’ın kadınlardan biat almasının nedeni, Mümtehine Sûresi’nde nazil olan ayetlerdir. Hudeybiye’de yapılan antlaşmaya göre, İslam’ı kabul ederek Mekke’den Medine’ye gelen kadınların geri gönderilmesi gerekiyordu. Ancak müslüman bir hanımın, kafir kocasının nikahı altında kalamayacağı için Mümtehine Sûresi bu konuya açıklık getirmiş ve bu durumdaki muhacir kadınlar, imtihan edilerek, yani gerçekten inanmış olup olmadıkları araştırılarak, kendilerinden biat alınmıştır. Çalışmamıza konu olan rivayetlerin çoğu, bu sosyal gelişmeler ile alakalıdır.

Mümtehine Sûresindeki ayetler şöyledir:
“ Ey iman edenler! Mü’min hanımlar size katılmak üzere hicret etmiş olarak geldiklerinde onları imtihan edin. Gerçi Allah onların imanlarını pek iyi bilir. Ama siz de onların mü’min olduklarını anlarsanız, artık onları kafirlere geri göndermeyin. Bundan böyle bu hanımlar kafir kocalarına, kafir kocaları da bu hanımlara helal değildir. Bununla beraber kocalarına vermiş oldukları mehirleri siz iade ediniz. Kendilerine mehirlerini vererek bu kadınlar ile evlenmenizde bir sakınca yoktur. Kafir kadınları nikahınızda tutmayın. Onlara harcadığınız mehri, evlenecekleri kocalarından isteyiniz. Kafirler de, İslam’a girip sizinle evlenen eşlerine sarf etmiş oldukları mehri sizden geri istesinler. Allah’ın hükmü budur. Aranızda o hükmeder. Zira Allah her şeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.”[2]

“ Ey peygamber! Mü’min hanımlar Allah’a hiçbir surette ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, iftirada bulunmamak, gayr-ı meşru bulduğu bir çocuğu kocasına isnat etmemek, senin kendilerine emredeceğin ma’rufta sana isyan etmemek hususlarında sana biat etmeye geldiklerinde, sen de onların biatlarını kabul et ve onlar için Allah’tan af dile. Çünkü Allah Gafur’dur, Rahîm’dir, affı ve ihsanı boldur.”[3]


Aşağıda zikredeceğimiz hadisler, kadınların Rasûlullah ile biatleşmesi durumunu anlatan rivayetlerdir:

Âişe naklediyor: “Bu ayet ile ilgili olarak Rasûlullah kadınlar ile, Allah’a hiçbir şeyi eş koşmamaları konusunda biat alıyordu. Rasûlullah biatı söz ile aldı. Onun eli, sahip olduğu kadınlardan başkasının eline değmemiştir.” [4]

Buhârî, yukarıda vermiş olduğumuz Âişe’nin rivayetini müteakip Ümmü Atiyye’den de şu hadisi nakletmiştir:
“ Rasûlullah ile biatleştik. Bana; “ Allah’a hiçbir şeyi eş koşmasınlar ayetini okudu. Bunun üzerine kadınlardan biri ( kendisini kastediyor[5] ) hemen elini çekti ve şöyle dedi: Falanca kadın bana cahiliyye matemi tutmuştu onun bende hakkı var, ondan izin almak isterim. Rasûlullah bir şey demedi. Kadın gidip geldi ve biat etti.”[6]

Buhârî aynı hadisi Kitâbu’ş-Şurût’ta şu lafızlar ile tahriç (rivayet) etmiştir:
Âişe naklediyor: “ Vallahi Rasûlullah’ın eli biatlaşma esnasında hiçbir kadının eline değmedi. O, ancak söz ile biat almıştır.”[7]
Yine Buhârî az bir lafız değişikliği ile Kitabu’t-Talâk’ta da tahriç etmiştir:

“Hayır, Allah’a yemin olsun ki, onun eli hiçbir kadının eline değmemiştir. Ancak o, kadınlardan söz ile biat almıştır.”[8]
Ebû Dâvûd aynı hadisi Cihad kitabında zikretmiştir. Ancak, hadisin geçtiği babın adı yine “kadınlar ile biat”tir. Hadisin ravisi ise yine Âişe’dir.

“ Rasûlullah’ın eli asla bir kadının eline değmemiştir. Ancak, bir kadın ( tokalaşmak istediğinde ) ona mani’ olmuş, kadın da bunu kabul etmiştir. Bunun üzerine Rasûlullah “git senin biatını kabul ettim”, demiştir.[9]

Tirmizî aynı hadisi, Âişe’yi zikretmeksizin mürsel[10] olarak Ma’mer, Tâvus ve babası tarikiyle (kanalıyla/yoluyla) nakletmiştir. [11]

İbn Mâce’nin rivayetinde lafız az da olsa değişmiştir. Ancak, rivayetin ilişkili olduğu konu yine aynı, yani kadınların biat etmeleri konusudur.

Muhammed b. el-Münkedir, Ümeyme bt. Rukayka’nın şöyle dediğini nakletmektedir:
“Kadınlar topluluğu içinde Rasûlullah’a biat etmeye geldim. Bize; “ Gücünüzün yettiğince, ben kadınlar ile tokalaşmam”, diyordu. [12]

Bu rivayetin farklı beş versiyonunu İbn Hanbel nakletmiştir. İbn Hanbel’in naklettiği Ümeyme bt. Rukayka rivayetinin daha kapsamlı olan versiyonunu burada zikretmek istiyoruz. Bu rivayetlerin tamamı M. İbn Münkedir tarikiyle gelmektedir. Yani rivayetler mürseldir.

Ümeyme bt. Rukayka durumu şu şekilde nakletmektedir: “İslam üzere biatleşmek için kadınlar topluluğu içinde Rasûlullah’a gittim. Biz kadınlar; Ey Allah’ın Rasûlü! Sana, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarımızı öldürmemek, bilerek iftira ve suçlamada bulunmamak, ma’ruf olnda sana isyan etmemek üzere biat ediyoruz, dedik. O da bize; “ Gücünüzün yettiği kadar”, diyordu. Biz, Allah ve Rasûlü bize, bizden daha merhametlidir, hadi sana biat edelim yâ Rasûlallah, dedik. Rasûlullah da, “ Ben kadınlar ile musafaha etmem. Ancak benim yüz kadın için söylediğim bir söz, tek bir kadın için söylenmiş gibidir” buyurdu.[13]

Hadisin bir diğer varyantında, “ Hadi sana biat edelim” ifadesi yerine, “ Hadi tokalaşalım” denildiğini, Süfyan b. Uyeyne ifade etmektedir. İbn Hanbel’deki diğer bir rivayette ise kadınlar Rasûlullah’a şöyle demişlerdir: “ Ey Allah’ın Rasûlü! Bizimle musafaha etmeyecek/tokalaşmayacak mısınız?”[14]

Taberî aynı konuyla ilgili olarak Rukayka’nın Rasûlullah’a; “Uzat elini seninle tokalaşalım yâ Rasûlallah!” dediğini, nakletmiştir. [15]

İbn Hanbel, Esmâ bt. Yezîd’den, Hz. Peygamber’in; “ Ben kadınlar ile tokalaşmam” dediğini nakletmiştir.[16]
Hâkim en-Nîsâbûrî Mümtehine Süresi’nin tefsirinde, Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in Rasûlullah ile biatleşmesini şu şekilde nakletmektedir:

Hind biatleşme esnasında Rasûlullah’ın koşmuş olduğu şartlardan hırsızlık şartına gelince, “ Ben bu konuda söz veremem. Çünkü kocamın malını çalıyorum” diyerek elini çekti. Rasûlullah da çekti. Bunun üzerine Ebû Süfyan’a haber gönderildi. O da; yaş (taze) olursa helal olsun ama kuru olursa olmaz dedi. Böylece Hind Rasûlullah ile biatleşti.[17]

· Yrd. Doç. Dr. Dicle Üniversitesi İlâhiyât Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.
[1] Hadislerin doğru anlaşılmasında,, “Semantik” analizin önemi için ayrıca bkz. Mehmet Görmez, Hz. Peygamber’in Bir Hadis-i Şerifinde Bir Din tanımı, Peygamberimiz Hz. Muhammed –Özel Sayı-, T.D. İ. B., Ankara, 2000, s. 331-338.
[2] Mümtehine, 60 / 10. Ayetin yukarıda zikrettiğimiz sebebi nüzûlü için bkz: Süyûtî, Celâleddin, Lübâbu’n-Nükûl Fî Esbâbi’n-Nüzûl, Beyrut, 1980, s. 211.
[3] Mümtehine, 60 / 12.
[4] Buhârî, Ebû Abdillah M. b. İsmâîl, Sahîhu’l-Buhârî, İstanbul, 1979, Ahkâm, 49 ( VIII, 125 ). Ayrıca bkz: İbn Hanbel, Ahmed, Müsned, Beyrut, tsz., VI, 153.
[5] Parantez içinde vermiş olduğumuz açıklamayı, Kâmil Mîras’ın bir tercihi olarak onun tercümesinden aldık. Bkz: Kâmil Mîras, Tcerîdi Sarih Tercümesi ve Şerhi, Ankara, 1984, XI, 198-200. Ayrıca bkz: Mehmet Sofuoğlu, Sahih-i Buhârî Tercümesi ve Şerhi, İstanbul, 1989, XV, 7068-69.
[6] Buhârî, Ahkâm, 49 ( VIII, 125 ).
[7] Buhârî, Şurût, 1, ( III, 173 ) . Aynı lafız ile Buhârî Mümtehine Sûresi’nin tefsirinde bu hadisi tahriç etmiştir. Bkz: Tefsîru Mümtehine, 2, ( VI, 61 ).
[8] Buhârî, Talak, 20, ( VI, 173). Ayrıca bkz: İbn Hanbel, Müsned, VI, 270.
[9] Ebû Dâvûd, Süleyman b. El-Eşas es-Sicistânî, Sünen, Humus, 1971, Cihad, 9, ( III, 352 ). İbn Mâce aynı yerde Âişe’den gelen rivayetlere de yer vermiştir. Aynı hadis için bkz: İbn Hanbel, Müsned, VI, 114.
[10] Mürsel: Hadis ıstılahında (teriminde) mürsel; sahabeden sonra gelen nesil olan tabiînin, sahebeyi atlayarak doğrudan Hz. Peygamberden hadis nakletmesine denir. Mürsel, bir zayıf hadis türüdür.
[11] Tirmizî, Ebû Îsâ M. b. Sevre, Sünen, Beyrut, tsz., Tefsîru Sûreti Mümtehine, 2, (V, 411, 3306 numaralı hadis)
[12] İbn Mâce, Ebû Abdillah M. b. Yezîd el-Kazvînî, Sünen, tsz., yy., Cihad, 43, ( II, 959-60 ).
[13] İbn Hanbel, Müsned, VI, 357. Tirmizî, Sünen, Siyer, 37, ( IV, 21-2 ). Mâlik, el-Muvattâ, Beyrut, 1989, Bey’ât, 2, s. 651, 1842 numaralı hadis.
[14] İbn Hanbel, Müsned, VI, 357. Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: M. Nâsıruddin Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, Beyrut, 1985, II, 52-58.
[15] Taberî, İbn Cerir, Câmiu’l-Beyân An Te’vil-i Âyi’l-Kuran, Beyrut, 1995, XIV, 101.
[16] İbn Hanbel, Müsned, VI, 459.
[17] Hâkim, Ebû Abdillah M. b. Abdillah en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ala’s-Sahîhayn, Beyrut, 1990, II, 528.

2.BÖLÜM

Elbânî, İshâk b. El-Mervezî’nin “ Mesâilü Ahmed ve İshâk” adlı eserinden şu karşılıklı konuşmayı nakletmektedir:
İbn İshâk; Kadınlar ile tokalaşmayı mekruh görüyor musun?
İbn Ahmed; evet görüyorum.

İbn İshâk; Yaşlı olsun olmasın, Rasûlullah elinin üzerinde elbise/bez parçası olduğu halde kadınlar ile biatleşmiştir.”[1]
Ümmü Atiyye biat ettiğini şöyle anlatmaktadır:
“ Biat etmek için Rasûlullah’a geldiğimde ona şöyle dedim: Bana câhiliye döneminde yas tutmuş (teselli etmiş/ağıt yakmış) bir dostum var, ona borcumu ödeyebilir miyim? Sonra gelip biat edeyim. Bana; “ git ” dedi.[2] Gidip geldim ve biat ettim.”[3]

Taberî, söz konusu biat ile ilgili şu önemli rivayeti yine Ümmü Atiyye’den nakletmektedir:
“ Hz. Peygamber Medîne’ye gelince Ensar’ın hanımlarını bir evde topladı ve Ömer’i gönderdi. Ömer kapının önünde durup bize selam verdi. Biz de selamını aldık. Bize, “ Ben Allah’ın Rasûlü’nün elçisiyim”, dedi. Biz de, “hoş geldin ey Allah’ın Rasûlü’nün elçisi”, dedik. Daha sonra Ömer, “ Allah’a şirk koşmamak, çalmamak, zina etmemek üzere biat ediniz”, dedi. Biz de, “evet” dedik. O elini kapının/evin dışından uzattı, biz de içerden uzattık. Bunun üzerine Ömer: “ Allah’ım şahit ol dedi.”[4]

Bu konuda oldukça önemli bir ayrıntıyı Kurtubî tefsirinde şu şekilde nakletmektedir: “Hz. Peygamber Mekke’yi fethettikten sonra kadınların biatını alması gerektiğinde, kendisi Safâ tepesine oturmuş ve Ömer’i de bir az aşağısına oturtarak, kadınların biatını almasını söylemiştir. Ömer biat esnasında kadınlar ile tokalaşıyordu.”[5]

Amr b. Şuayb ise dedesinden şöyle nakletmiştir: “ Rasûlullah hanımlardan biat aldığı zaman bir kaptaki suya elini değdirir, kadınların da ona değmelerini isterdi.[6]

İbn Sa’d Tabakât’ında kadınların Rasûlullah ile biatleşmelerine ilişkin bir bölüm ayırmış ve yukarıda nakletmiş olduğumuz rivayetlerin dışında bazı ayrıntıları, özellikle tabiîn imamlarından nakletmiştir. Konumuz bakımından önemli gördüklerimizi burada zikredeceğiz:

Şa’bî’den şunu nakletmektedir: “ Rasûlullah, kadınlar ile elinin üzerinde elbise olduğu halde biatleşmiştir.”[7]

Zührî ve Urve tarikiyle yaptığı bir rivayette, Rasûlullah’ın biat esnasında kadınlar ile tokalaşmadığını nakletmiştir.[8]

Atâ’dan yapmış olduğu şu rivayet çok dikkat çekicidir: “ Rasûlullah, kadınlardan, cahiliyye matemi tutmamak, tenha yerlerde erkekler ile oturmamak üzere biat aldı.”[9]

Hasan’dan ise şu ayrıntıyı nakletmektedir: “ Mahrem olanların dışındaki erkekler ile konuşmamak üzere biat aldı.”[10]
Amr b. Şuayb’ın dedesinden yaptığı bir rivayet de şöyledir: “ Hz. Peygamber Medîne’ye geldiğinde müslüman olmuş kadınlar gelerek; ‘ Yâ Rasûlallah! Erkeklerimiz sana biat ettiler, biz de biat etmek istiyoruz’, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, bir kap içerisinde su istedi. Elini içerisine batırdı. Birer birer kadınlara ellerini değdirdi. İşte Rasulullah’ın kadınlar ile ilgili biatı budur.”[11]

Buraya kadar nakletmiş olduğumuz rivayetlerden şu sonucu çıkarabiliriz: Hz. Peygamber’in kadınlar ile biatı dört şekilde olmuştur. Sözle biat, içi su dolu bir kap vasıtasıyla, ele sarılan bir bez vasıtasıyla, tayin edilen bir vekil aracılığıyla ( Ömer’in tayin edilmesi gibi).[12]

Hz Peygamber’in ve Ashâbının Eşleri Dışındaki Kadınlar İle Temas Ettiklerini Gösteren Deliller

Burada zikredeceğimiz rivayetler, yukarıda nakletmiş olduğumuz rivayetlerin ifade ettiği gibi, Hz peygamber’in nikahlı hanımlarının dışında hiçbir kadına elinin değmemiş olduğunu bildiren ifadelerin genel olmayıp, anlatılan olaya mahsus bir durum tespitinden ibaret olduğunu göstermektedir.
Enes b. Mâlik Ümmü Süleym’in şöyle dediğini naklediyor:
“ Rasûlullah uyuyacağı zaman ona döşek sererdim. Uyuyunca da, terlerini toplar bir kabın içine koyardım. Onu daha sonra güzel bir koku içine katardım.”[13]

Aynı olayı nakleden Ebû Ya’lâ şu ayrıntıyı naklediyor: “ Uykusu ağırlaşır ve çok terlerdi. Ben de bir pamuk parçasıyla terini alırdım.”[14]

Enes b. Mâlik anlatıyor:

Rasûlullah Ubâde b. Sâmit’in karısı olan Ümmü Haram’ın evine giderdi. Ümmü Haram da ona yemek yedirip, sonra da saçlarına bakım yapardı. ( Sirke, bit vs. var mı diye )[15]
Ebû Mûsâ anlatıyor: “ Rasûlullah beni Yemen’de bir kabileye gönderdi. Döndüğümde O (a.s.), Batha ( Mekke de bir mevki adı )’ da idi. Telbiye[16] gtiriyordu. Bende onun getirdiği gibi telbiye getirdim. Bana, “ yanında kurban olabilecek her hangi bir şey var mı?” diye sordu. Ben de,” hayır” dedim. Bana Safâ ile Merve arasını tavaf etmemi emretti. Ben de tavaf ettim. Sonra ihramdan çıktım. Kavmimden bir kadına gittim. Saçlarımı taradı ve yıkadı.”[17]

Enes b. Mâlik anlatıyor: “ Medineli bir câriye vardı. Rasûlullah’ın elinden tutar, istediği yere onunla giderdi.” [18] Diğer bir rivayette; “Elini asla bırakmazdı.”[19]
Ebû Râfi’in hanımı Selma anlatıyor: “ Rasûlullah’a hizmet ederdim. Onda, sivilce çıban vs. gibi bir şey çıktığında bana emrederdi, ben de onların üzerine kına koyardım/yakardım.”[20]

İbn Abbas şöyle bir rivayette bulunmuştur: “ Bir adam Rasûlullah’a gelerek şöyle dedi: “Benim dünyada her şeyden daha çok sevdiğim bir karım var, ancak elini uzatanın elini geri çevirmez. ( Lâ teruddu yede lâmis )” Rasûlullah da adama; “ Boşa” buyurdu. Adam, “sabredemem” deyince; “ o halde ondan yararlan, onu sıkı tut”, dedi.[21]

Nesâî şarihi Süyûtî, hadiste geçen “Lâmis” sözcüğünün zina anlamına geldiğini, ancak buradaki anlamının bu olamayacağını söylemiştir. Çünkü, buradaki anlamı öyle olsa idi, Hz. Peygamber’in onu tutmasını ve ondan yararlanmasını söylemezdi, demiştir. Bazıları da bu tabirin eli açık cömert anlamında teşbih ifade ettiğini söylemişlerse de, bağlamına uymadığı için kabul edilmemiştir.[22] Şarihler, kadının erkekler ile mübaşeretinde dikkatli olmayıp, önüne gelenle tokalaştığı ve zinaya meyyal olduğu vs. şeklinde yorumlamışlardır. M. Hamdi Yazır, bu hadisten çıkarılan hükümler sadedinde, böyle bir durumda boşanmanın da olabileceğini, ancak böyle iffeti zayıf kadınlar, boşandıkları zaman daha kötü bir duruma düşebilecekler ise, onları boşamayıp sıkı tutmak, yani gözetim altında bulundurmak tavsiye edilir, demiştir.[23]

Bu rivayetten, Hz. Peygamber zamanındaki kimi kadınların erkekler ile temas etmede aşırıya gidebildikleri, fakat buna rağmen Hz. Peygamber’in onları kesin olarak boşamak veya haram işlemiş olmakla itham etmediklerini anlayabilmekteyiz.

[1] Elbânî, a.g.e., II, 55.
[2] Bu rivayette söz konusu olan şey, Câhiliye döneminde birine bir musîbet, ölüm vs. geldiğinde teselli ve yas tutma da yardımcı olunur, karşılıklı olarak (ödünç) yapılırdı. Burada ödenmek istenen borç budur.
[3] Nesâî, Sünen, ( Süyûtî’nin şerhi ile birlikte ), Beyrut, tsz., VII, 149.
[4] Taberî, Câmiu’l-Beyân, XIV, 103. Ayrıca bkz: İbn Kesîr, Hâfız, Tefsîru’l-Kurani’l-Azîm, İstanbul, 1985, VIII, 128.
[5] Kurtubî, Ebû Abdillah M. Ahmed el-Ensârî, el-Câmiu Liahkâmi’l-Kuran, tsz., yy., XVIII, 71.
[6] Kurtubî, a.g.e., XVIII, 72.
[7] İbn Sa’d, et-Tabakât, Beyrut, tsz., VIII, 5.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., VIII, 5.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., VIII, 10.
[10] İbn Sa’d, a.g.e., VIII, 10.
[11] İbn Sa’d, a.g.e., VIII, 11.
[12] Bu biatlerin tarihi seyirleri ve rivayetleri için bkz: Rıza Savaş, Hz. Muhammed Devrinde Kadın, İstanbul, 1991, s. 70 – 76. Ayrıca bkz: Rıza Savaş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, İstanbul, 1994, IV, 250-256.
[13] Buhârî, İstîzân, 41 ( VII, 140 ).
[14] Ebû Ya’lâ, Ahmed b. Ali el-Mevsîlî, Müsned, Dimeşk, 1984, VI, 409. Ayrıca bkz: Tabarânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, Mu’cemu’l-Evsât,Musul, 1983, I, 249.
[15] Buhârî, Cihâd, 3 ( III, 201 ); Hac, 125 ( II, 187 ), Umre, 11 ( II, 203 ), Megâzî, 77 ( V, 123 ); ayrıca bkz: Müslim, Hac, 154; Nesâî, Menâsik, 52; İbn Hanbel, IV, 396, VI, 256, 363; İbn Abdi’l-Berr, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah, et-Temhîd, Magrib, 1387, I, 255.
[16] Telbiye: Hac vazifesi yapılırken söylenilen bir duadır. Yüksek sesle söylenir.
[17] Buhârî, Hac, 32 ( II, 149 ), Müslim Hac, 155, Nesâî, Menâsik, 50; İbn Hanbel, I, 39, IV, 410.
[18] Buhârî, Edeb, 61 ( VII, 89 ); Nesâî, Eşribe, 44; İbn Hanbel, III, 174, 216.
[19] İbn Mâce, Zühd, 16.
[20] İbn Hanbel, V, 95. Ayrıca bkz: Halef b. Abdulmelik, Gavâmidu’l-Esmâi’l-Müpheme, Beyrut, 1407, II, 557.
[21] Nesâî, Nikâh, 12 ( VI, 67 ).
[22] Süyûtî, Şerhu Süneni Nesâî, VI, 67.
[23] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, VIII, 111 – 112.

AHİRETE İMAN

Ahirete iman nedir?

Allâh’tan başka hiç bir varlık ezeli ve ebedî değildir. Hepsi de Allâh’ın yaratmasıyla sonradan meydana gelmiştir. Sonradan yaratılan şeylerin bir de sonu vardır. Dünyanın da sonunun gelip düzeninin alt üst olmasından yani Kıyametin kopmasından sonra Allâh’ın emriyle bütün canlılar tekrar diriltilecektir. Buna öldükten sonra tekrar dirilme denir. İnsanlar dünyada yaptıkları şeylerden sorguya çekilecek, haklı haksız ayırt edilecek, kimin kimde hakkı varsa alınacak, herkes dünyada yaptığı iyilik ve kötülüğün karşılığını mutlaka görecektir. İşte bütün bunlara inanmak iman esaslarındandır.


Ahirete inanmayan kişi, Kurân ayetlerini de inkar etmiş olacağından dinden çıkmış olur:


"….Ey iman edenler! Allah'a,peygamberine,peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı,meleklerini,kitaplarını ,peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur." (Nisa:4/136) ayeti bunu açıkça belirtmektedir.

KİTAPLARA İMAN

Kitaplara iman ne demektir?

Allâh, insanlara doğru yolu göstermek, onları dünya ve ahirette mutlu kılacak ilkeleri bildirmek, akıllarıyla cevaplarını bulmaları imkansız bazı konularda onları aydınlatmak üzere Peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerden bazılarına insanlara tebliğ edilmek üzere yol gösterici kitaplar indirilmiştir. Allâh Teâlânın Kitap göndermesi, sahifeler halinde başlamıştır. İlk sahifeler, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’e gönderilmiştir. Sayıları henüz son derece sınırlı olan, hayatları ve ilişkileri henüz kompleks hale gelmemiş o zamanın toplumlarının ihtiyacının görülmesinde bu sahifeler yeterli olmaktaydı.


Peygamberlerin getirdiği esaslarla ve bu esasların ışığında insan aklının faaliyetleriyle uygarlık ilerledikçe, insanların hayat ve ilişkileri daha kompleks hale geldikçe Allâh Teâlâ da daha kapsamlı sahifeler ve kitaplar göndermiştir. İlahi kitaplar son kitap Kur’an-ı Kerim’le zirveye ulaşmış ve Kur’an-ı Kerim ilahi korumaya alınmıştır. Artık bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an-ı Kerim Kıyamete kadar insanlığın rehberi olacaktır. Tevrat Hz. Musa’ya, Zebur Hz. Davut’a, İncil ise Hz. İsa’ya indirilen büyük kitaplardır.


Müslüman, Allâh tarafından Peygamberlere indirilen kitapların hepsine inanır. Ancak bu kitaplardan, Allâh’ın indirdiği gibi hiç bir harfi bile değişmeden günümüze kadar ulaşan yegane ilahi kitap, sadece Kur’an-ı Kerim’dir. Diğerleri ise ya tamamen kaybolmuş veya insanlar tarafından değiştirilmiş; böylece asli şekillerini kaybetmişlerdir. Bu yüzden bugün Kur’an-ı Kerim’in dışında elde mevcut bulunan diğer ilahi kitaplarda yer alan sözlerden hangilerinin Allâh’a ait olduğu, hangilerinin ise insanlar tarafından bu kitaplara sokulduğunu ayırt etmek mümkün değildir.


Esasen Kur’an-ı Kerim indirildikten sonra diğer ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamıştır. Zira Kur’an-ı Kerim, diğer kitapların da ihtiva ettiği Allâh’ın birliğine Peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, ahiret gününe iman; canın, malın, neslin, aklın ve dinin korunması gibi hak dinin temel esaslarını yeniden ve en mükemmel bir şekilde ortaya koymuş, daha önceki kitaplarda da yer alan gerçekleri tasdik etmiş, tahrif edilen hususların doğrusunu açıklamıştır.



[ Yukarı Dön ]


· Kur'an'da kaç ayet vardir?

Kur'ân-ı Kerim'in mânâ, işaret veya hüküm ifade eden, kısa veya uzun cümlelerinden her birine "âyet" denir. Âyetlerin sayısında aşağıda açıklanan bazı sebepler dolayısıyla İslâm bilginleri arasında görüş ayrılığı vardır:


a) İslam bilginlerinin çoğunluğuna göre surelerin başında yer alan Besmele, Kur'an-ı Kerim'den bir âyettir. Ancak, bunlardan her birinin, başında bulunduğu sûreden bir parça ve sûrenin ilk âyeti olup olmadığı konusunda farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Şafiî âlimler, söz konusu "Besmele"leri, başında bulundukları sûrenin bir parçası saydıkları halde Hanefî bilginler, bu Besmelelerin, başında bulundukları sûrenin bir parçası olmayıp, her birinin o sûreden ayrı müstakil bir âyet olduğunu, sûrelerin arasını ayırmak ve teberrûk olunmak (bereket ve feyzinden yararlanılmak) için indirildiğini söylemişlerdir.


b) Bazı sûrelerin başında, "Yâ-sîn, Hâ-Mîm, Elif-Lâm-Mîm-Râ, Tâ-Hâ..." gibi "huruf-u mukattaa" denilen harfler, bir kısım bilginlerce, müstakil birer âyet kabul edilmiş, diğer bir kısım bilginler ise bu gibi harfleri, başında bulunduğu sûrenin ilk âyetinin bir parçası saymışlardır.


c) Bazı uzunca cümleler, bir kısım bilginlerce iki veya üç âyet sayılmışken, diğer bazı bilginlerce tek âyet itibar edilmiştir.


Netice olarak ayet sayısının, kıraat imamlarından Nâfî 6217; Şeybe 6214; Mısırlı bilginler 6226; bir rivayete göre İbn-i Abbas 6616 olduğunu söylemişlerse de, Kufelilerin görüşü olan 6236 sayısı kabul görmüş ve yeryüzünde basılı bütün Mushaflarda ayetler bu sayıya göre numaralandırılmıştır. Halk arasında bilinen 6666 sayısının herhangi bir dayanağı olmayıp, muhtemelen çocuklara kolay öğretmek amacıyla yuvarlak olarak söylenmiş bir rakamdır. Bu ihtilaflar ayetlerin numaralandırılmasıyla ilgili olup, Kur'an'ın metni ve muhtevası ile ilgisi yoktur.

MELEKLERE İMAN

Meleklerin görevleri ve cesitleri nelerdir?

Meleklerin temel görevleri, Allah'a kulluk etmek; O'nun emirlerini yerine getirmektir. Melekler görevleri açısından bir kaç gruba ayrılır. Melekler yüklendikleri görevler itibariyle farklı isimlerle anılmışlardır. Bunlardan dördü, büyük melek olarak bilinmektedir: Cebrâîl, Mikâîl, İsrâfîl ve Azrail. Bilinen diğer melekler de şunlardır: Münker-Nekir (Ölümden sonra, kabirde sorguyla görevli melekler), Kirâmen Kâtibin/Hafaza (İnsanların amellerini yazmakla görevli melekler), Hamele-i Arş (Arşı taşıyan melekler), Hazin (Cennet ve cehennemde bekçilikle görevli melekler), Zebânî, Mâlik (Cehennemde görevli melekler), Rıdvân (Cennette görevli melekler), Mukarrabûn ve İlliyyûn (Allah'a çok yakın ve onun katında üstün mevkie sahip melekler).



[ Yukarı Dön ]


· Dört büyük melegin görevleri nelerdir?

Cebrâîl


Dört büyük melekten birinin ismi olup, peygamberlere vahiy getirmekle görevlidir. Kur’an’da bu meleğin ismi Cibrîl, Rûhu’l-Kudüs, Ruhu’l-Emîn, Ruh ve Resul şeklinde geçmektedir. Bütün peygamberlere vahyi getiren Cebrâil’dir. Kur’an’a göre o, karşı konulmayacak bir güce, üstün ve kesin bilgilere sahip, Allah nezdinde çok itibarı olan ve diğer meleklerin kendisine itaat ettiği şerefli bir elçidir. Yenilmez bir kuvvet ve Allah nezdinde büyük bir makam sahibi olduğu ifâde edilmiştir: “O (Kur’an), şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi (Allah’ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrâil’in) getirdiği sözdür.” (Tekvir, 81/19-20)


Mikail


Dört büyük melekten biri olup, tabiat olaylarını düzenlemekle görevlendirmiştir. Kelime olarak, “Allah’ın küçük ve sevgili kulu” anlamına gelen Mikail Kur’an’ın bir yerinde Cebrail ile birlikte geçmektedir: “Her kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâîl’e düşman olursa bilsin ki Allah da inkar edenlerin düşmanıdır.” (Bakara, 2/98)


İsrafil


Allah’ın emri ile kıyamet kopacağı zaman sûra üflemekle görevlendirilen İsrafil, dört büyük melekten biridir. Bir hadiste İsrâfil, sahib-i karn (sûr’un sahibi, borunun sahibi) olarak isimlendirilmiştir (Tirmizî, Kıyamet, 8). İsrafil sûr’u iki defa üfleyecektir. Birinci defa üfürdüğünde göklerde ve yerde bulunan her şey yok olacaktır: “Sûr’a üfürüleceği ve Allah’ın dilediği kimselerden başka, göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapılacağı günü hatırla. Hepsi de boyunlarını bükerek O’na gelirler.” (Neml 27/87); “Sûr’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine bir çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş (kıyamet kopmuş)tur” (Hakka, 69/13-15). İkinci defa üfürdüğünde, bütün insanlar tekrar dirilecek ve mahşer yerinde toplanmak üzere sevk edileceklerdir: “Sûr’a üfürülür. Bir de bakarsın kabirlerden çıkmış Rablerine doğru akın akın gitmektedirler.” (Yasin, 36/51).


Azrail


Dört büyük melekten birinin ismi olup, insanların canını olmakla görevlidir. Bu melek Kur’an ve sahih hadislerde, Azrâîl ismiyle değil, melekü’l-mevt (ölüm meleği) şeklinde geçmektedir. “De ki: Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde 32/11) Her insanın canını almakla görevli bir ölüm meleği vardır. Azrâîl bu meleklerin başıdır: “Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde kusur etmezler.” (En’am, 6/61, A’raf, 7/37).



[ Yukarı Dön ]


· Melekler gaybi bilebilirler mi?

Gayb bilgisi yalnız Allah'a mahsus olduğundan, melekler gaybı bilemezler. Ancak Allah onlara bildirebilir. Kur'an'da Allah'ın Hz. Adem'e varlıkların isimlerini öğrettiği, sonra da bunları meleklere göstererek isimlerini söylemelerini istediği, meleklerin de, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur…” dedikleri bildirilmektedir (Bakara, 2/31-32).



[ Yukarı Dön ]


· Meleklere iman ne demektir?

Meleklerin varlığını gönülden kabul etmek, imanın temel şartlarından biridir. Kur'an'da meleklere imanın farz olduğunu bildiren birçok ayet vardır: "Peygamber, rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler." (Bakara 2/285), "… asıl iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin … iyiliğidir." (Bakara 2/177).


Buna göre meleklere inanmayan kişi, dinden çıkmış olur. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de, "Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur." (Nisa 4/136) buyurulmakta, meleklere düşman olanların, Allah'ın düşmanı olduğu bildirilmektedir (Bakara 2/98).



[ Yukarı Dön ]


· Melekler nasil varliklardir?

Nurdan yaratılan ve insandan tamamen farklı olan melekler Allah'a isyân etmezler. Hangi iş için yaratılmış iseler o işi yaparlar. Daimâ Allah'a ibadet ve itaat ederler. Kur'ân'da bu hususa şöyle işaret edilmiştir. “Üzerlerinde hakim ve üstün olan Rablerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar.” (Nahl, 16/50), “Şüphesiz Rabbin katındaki (Melek)ler O'na ibadet etmekten büyüklenmezler. O'nu tesbih ederler, yalnız O'na secde ederler” (A’raf, 7/206),


Melekler bir anda Allah'ın emrettiği bir mekândan diğer bir mekâna intikal edecek, hatta yerleri ve gökleri dolaşacak bir kabiliyette yaratılmışlardır. Kur'ân-ı Kerim'de meleklerin kanatlı varlıklar olduğu ifade edilmemtedir: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a mahsustur. O, yaratmada dilediğini arttırır..”(Fâtır,35/1) Melekler son derece kuvvetli ve süratli varlıklardır. İnsanların yapamadıklarını kolayca yaparlar, ulaşamadıkları yerlere çabucak ulaşırlar.


Melekler, Allah'ın emirleriyle farklı şekillere girebilirler. Örneğin Cebrâil, Hz. Peygamber'e gelirken bazen Dıhye adındaki sahabi gibi görünmüş, bazen da kimsenin tanıyamadığı bir yabancı gibi gelmiştir (Müslim; Îmân; 1). Hz. İbrahim ve Hz.Meryem'e gönderilen meleklerin de birer insan şeklinde göründükleri yine Kur'ân'da haber verilmektedir (Meryem 19/16-17; Hûd 11/69-70).


Meleklerin gözle görülmeyişleri onların yok olduklarından değil, gözlerimizin o kabiliyette yaratılmamış olmasındandır. Melekleri gözlerimizle müşahade edemeyişimiz onları inkâr etmemizi gerektirmez. Zira gözümüzle görmediğimiz halde varlığını kabul ettiğimiz çok şey vardır. Akıl, ruh, zekâ gibi varlıklar; sevinç ve üzüntü gibi haller bunlardandır. O halde meleklerin varlığına da ruhumuz ve aklımız gibi inanmak zorundayız.





· Melek nedir?
İslâm inanç sisteminde melekler, yemeyen, içmeyen, erkeklik ve dişiliği olmayan, uyumayan, günah işlemeyen, Allah'ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren ve gözle görülmeyen latif, nuranî varlıklardır.

ALLAHA İMAN

· Allâh'a iman ne demektir?
Allâh'a iman, Allâh’ın varlığına, birliğine, ezeli ve ebedi olduğuna, yani varlığının bir başlangıcı ve sonunun bulunmadığına, eşinin, benzerinin, ortağının, çocuğunun olmadığına; varlığı kendinden olup varlığı için bir başka şeye muhtaç olmadığına, yaratılmış olan şeylerden hiç birine benzemediğine, dolayısıyla düşündüklerimizden ve hayalimize gelen şeylerin hepsinden başka olduğuna; her şeyi bildiğine, her şeyi gördüğüne, her şeyi işittiğine, duyduğuna, her şeye gücünün yettiğine, her şeyi yaratan olduğuna.. kısacası, her türlü eksiklikten uzak olduğuna yürekten, tereddütsüz bir şekilde inanmaktır. Ergenlik çağına ulaşmış her akıl sahibinin, Allâh'a bu şekilde inanması farzdır.